Bir dava, yargı yerinden aleyhine hukuki koruma istenen kişi ya da kişilere yöneltilir. Kendilerine dava (husumet) yöneltilen kişilere davalı (hasım) denilmektedir. İdari yargıda husumet yöneltilecek tarafın belirlenmesinde, idari yargı düzeninin kendine özgü kuralları mevcuttur. İdari yargıda husumet, kamu düzenindendir ve davanın her aşamasında mahkeme tarafından kendiliğinden gözetilir.
İnsanlar biraraya geldiklerinde, sayısız gereksinimlerini karşılamak, huzur ve güven içerisinde yaşamak için belirli kurallar çerçevesinde örgütlenirler. İşte bu örgütlenme veya kurumsallaşma adına “devlet” dediğimiz bir teşkilatlanmayı gerektirmiş ve devlet giderek artan görevler üstlenmeye başlamıştır.
İdarenin yaptığı etkinliklere ve bu etkinliklerin sonucunda oluşan idari işlem ve idari eylemlere karşı, özel hukuk hükümlerinden ayrı olarak, başka kurallar bütününden oluşan ve farklı yargılama sistemine bağlanan yargılama sistemi oluşturulmuş ve adına “idari rejim” denilmiştir.
Ülkemizde de uygulanan bu sistemde, idare kamu hizmetini yürütürken üstün yetki ve güçlerle hareket eder. İdare, bu yetki ve güçleri kullanırken, kişilerin rızasını almadan, hukuki durumlarında değişiklik yapabilir, onları borçlu ya da hak sahibi yapabilir. Yapılan bu işlemler, ne idari ne de adli bir makamın onayına ihtiyaç olmadan yürütülebilir (uygulanabilir) işlemlerdir.
Hukuk devletinde, sözünü ettiğimiz kamu gücü, hukuk kuralları sınırları içerisinde, idare edilenlere yasalarla tanınan hak ve özgürlüklere saygı gösterilerek kullanılmalıdır. Ancak bu hep böyle olmaz. İşte o durumda, idari yargı düzeni, kamu gücü kullanılarak yapılan idari işlemleri denetler. Kuşkusuz idari yargının kendiliğinden harekete geçmesi beklenemez. Hukuki bir denetimin yapılabilmesi için idari işlem dolayısıyla menfaati ihlal edilenlerin bir başvuru yaparak dava açması gerekir.
İdari yargılama usulünde, idaredeki kurumlardan birine husumetin yöneltilebilmesi için; davalı olarak gösterilmek istenen tarafın, Devlet tüzel kişiliğini temsil etmesi gerekmektedir.
Bir devlet düzeninde, kamu gücü kullanarak kamu hizmetini yerine getirme görevi, o devletin anayasa ve yasalarıyla belirlenen kurum ve kuruluşlara aittir.
1982 Anayasasına göre, Devlet’in sahip olduğu tüzel kişilik, doğrudan doğruya belirlenmemiştir. Yine de, Anayasa’da 29.4, 82.1, 128.1, 161.1 maddelerinde geçen “Devlet ve diğer kamu tüzel kişiliği” ifadesinden, Devlet kamu tüzel kişiliğinin de olduğu anlaşılmaktadır. Devlet tüzel kişiliği asli ve doğal bir yapıya sahiptir.
Merkezden yönetim, başkent teşkilatı ve taşra teşkilatı olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Başkent teşkilatında, Cumhurbaşkanı, Bakanlıklar ile merkeze bağlı yardımcı kuruluşlar ve kurullar vardır.
Türk idari teşkilatında yer alan merkezden yönetim unsurlarının tamamı, Devlet tüzel kişiliği çatısı altında kabul edilmektedir. Merkezden yönetim örgütlenmesi, Devlet tüzel kişiliğine sahip olan ve genel bir bütçenin uygulandığı idari organlardan oluşmaktadır.
Devlet tüzel kişiliği, merkezden yönetimde yer alan başkent teşkilatı ve taşra teşkilatını kapsamaktadır. Ayrıca, Türk idari teşkilatlanmasında, belediye, köy gibi yer bakımından ve kamu kurumları (TRT gibi) ya da kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları (TMMOB – Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği) gibi hizmet bakımından olarak ayrılan yerinden yönetim unsurları da bulunmaktadır. Bunlar da, kamu tüzel kişiliğini temsil etmektedirler. Bunun yanısıra, ilgili Devlet ya da kamu tüzel kişiliğinin, davayı takip etme yetkisi kanunla düzenlenmelidir. Çünkü idare hukukunda esas olan yetkisizliktir.
Danıştayın bir kararına göre; “kendine özgü bütçesi bulunmayan, Devlet tüzel kişiliğini temsil etmeyen ve kanunla dava takip edebileceği veya hasım olabileceği düzenlenmeyen Adalet Komisyonlarının taraf sıfatıyla idari davaları takip etme olanağının bulunmadığı sonucuna varılmakta" olduğu ifade edilerek, husumetin idarede hangi kuruma yöneltileceği konusundaki şartlar belirlenmiştir.
Cumhurbaşkanlığı Hükümeti sisteminin varlığı, artık 24.6.2018 sonrasında başbakanlık kurumunun da çalışmasına son vermiştir. Dolayısıyla, artık Başbakanlığın dava ehliyeti ve davalı olabilme (husumet) durumu da olamaz. Çünkü, Başbakanlığın fiilen ortadan kalkması nedeniyle, kişiliği de sona ermiştir. Bu hususla ilgili olarak Danıştay 2020 yılında verdiği bir kararında;
“Diğer taraftan, 09/07/2018 günlü, 30743 sayılı (3. Mükerrer) Resmi Gazete'de yayımlanan 703 sayılı Anayasada Yapılan Değişikliklere Uyum Sağlanması Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin 218 ve 219. maddeleri uyarınca, kapatılan Başbakanlığın iş ve işlemleriyle ilgili olarak açılmış olan davalarda Cumhurbaşkanlığının taraf sıfatı kazanacağının kurala bağlandığı açıktır.
Bu durumda; 2577 sayılı Kanun'un 14. maddesinin 3. fıkrasının (f) bendi ve 15. maddesinin 1. fıkrasının (c) bendi hükümleri uyarınca, mahkeme tarafından mülga Başbakanlık yerine, Cumhurbaşkanlığının hasım mevkiine alınması suretiyle uyuşmazlığın çözümlenmesi gerekeceğinden, dosyanın yalnızca husumetiyle tekemmül ettirilmesi suretiyle karar verilmesinde usul hükümlerine uyarlık görülmemiştir.” şeklinde karar vererek, hasım konumunda Cumhurbaşkanlığının bulunacağını belirtmiştir.
Cumhurbaşkanının sevk ve idaresi altında yürütülen faaliyetlerle ilgili olarak alınan bir kararın varlığında, bu kararın uygulamasının bir bakanlığa bırakılması durumunda davalı olarak ilgili bakanlık gösterilecektir.
Dolayısıyla, yine Bakanlık örgütlenmesine bağlı fakat ayrı tüzel kişiliği olmayan organların yapmış oldukları idari işlemler sonucunda açılan davalarda husumetin, ilgili kurum hangi Bakanlık örgütlenmesi altında yer alıyorsa, davalı olarak da bu şekilde tespit edilen Bakanlığa yönlendirilmesi doğru olacaktır.
Diğer yandan şu hususu önemle belirtmek gereklidir; 659 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 2011 yılında yürürlüğe girmesi ile birlikte, anılan KHK'nın "Tanımlar" başlıklı 2.maddesinin ç bendinde;
"İdare" olarak, 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununa ekli (I) ve (II) sayılı cetvellerde belirtilen kamu idarelerinin anlaşılması gerektiği,
"Takip ve temsil yetkileri ile bunların kapsamı, niteliği ve kullanılması" başlıklı 6.maddesinin 1.fıkrasında ise; idarelerin, kendi iş ve işlemleriyle ilgili olarak açılacak adli ve idari davalar ile tahkim yargılaması ve icra işlemlerinde taraf sıfatını haiz olduğu düzenlenmiştir.
Bu hükümlerden yola çıkıldığında, 5018 sayılı Kanun'un ekli listelerinde yer alan bağlı kuruluşların tesis ettikleri işlemler nedeniyle tek başlarına davalı olabilecekleri konusunda tereddüt kalmamıştır.
Nitekim, Danıştay 2. Dairenin, 02.02.2017 tarih ve E:2016/11249, K:2017/589 sayılı kararında; "Nasıl, Devletin üstlendiği bazı kamu hizmetlerinin örgütlenmiş biçimi olan bakanlıkların, hizmet alanlarıyla ilgili davalarda taraf ehliyeti bulunmakta ise, bakanlıkların üstlendiği kamu hizmetinin örgütlenmiş hali olan bağlı kuruluşların da hizmet alanlarıyla ilgili davalarda taraf ehliyetlerinin bulunduğunun kabulü gerekmektedir. Ancak, bağlı kuruluşların taşra teşkilatının taraf ehliyeti bulunmamaktadır." bağlı kuruluşların da taraf sıfatını haiz olabileceğini bildirmiştir.
Danıştay 12. Dairesinin 08.10.2012 tarih ve E:2011/7792, K:2012/5882 sayılı kararında; "659 sayılı KHK'nın 6/1. ve 2/1-ç maddeleri uyarınca İçişleri Bakanlığının yerine Emniyet Genel Müdürlüğü hasım mevkiine alındıktan sonra işin gereği düşünüldü" denilerek, Emniyet Genel Müdürlüğü'nün de taraf sıfatının olduğuna karar verilmiştir.
Merkezden yönetimin taşra teşkilatında, başta gelen iki unsur il ve ilçe teşkilatıdır. Yönetim sistemindeki son değişiklikle, valiler ilde Devletin ve Cumhurbaşkanının temsilcisi ve idari yürütme aracı; kaymakamlar da ilçede Cumhurbaşkanının temsilcisi ve idari yürütme aracı konumundadırlar.
İllerde hiyerarşik üst olan Valilerin, dava ve taraf ehliyetleri vardır. Dolayısıyla, illerde yer alan idareler tarafından yapılan idari işlemlerin iptali istendiğinde husumet, Valiliğe yönlendirilecektir.
İlçelerde ise; kaymakamlık, ilçe idaresi adına dava ehliyetine ve taraf ehliyetine sahiptir. Bu nedenle ilçelerdeki idarelerin uyguladığı işlemlerde taraf sıfatı kaymakamlığa ait olacaktır.
Diğer kamu tüzel kişileri, Anayasa’nın 123. maddesine göre, kanunla ya da kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanılarak bir idari işlemle kurulurlar. Barolar, üniversite yönetimleri böyledir.
Kamu tüzel kişiliğine sahip olan, yerinden yönetim kurumlarının idari işlemlerine karşı iptal davalarında, yerinden yönetim birimlerinin yürütme organları hasım olarak gösterilir ve idari davada husumet bu organlara yöneltilir. Örneğin, ilçe belediyesinde belediye başkanı, köylerde muhtarlık, barolarda yönetim kurulu, davada davalı olacaktır.
Yukarıda anlatılanları bir bütün olarak değerlendirdiğimizde, hangi kuruma karşı idari dava açılacağının belirlemek zordur. Bu zorluk, İdari Yargılama Usulü Kanunun 15.1.c maddesinde davalının yanlış gösterilmesi ya da hiç gösterilmemesi durumunda, husumetin idari yargı organları tarafından doğru idari organa yönlendirileceğini açıklayan hüküm ile giderilmiştir.
Yararlı olmasını dilerim...
Av.Aslıhan Gürbüz Sevim
Ocak 2022
Yararlanılan Kaynaklar
Ece Mollaoğulları, Davalı İdare: Yargı Kararlarıyla Oluşmuş Hukuki Yapının Teorik Çerçevesi, Yüksek Lisans Tezi, 2019
Danıştay 16.Dairesinin 2015/11421 Esas, 2015/7003 Karar, 11.11.2015 tarihli kararı
©️Bu sitedeki yazılar, site ve yazar adı belirtilmeden kullanılamaz.
Comments