Genel olarak trafik kazalarından sonra zararı ödeyen sigorta şirketinin açtığı davalar nedeniyle ya da devletin tazminat ödemesi üzerine zarara neden olan kişiye ya da memuruna dava açması nedeniyle, uygulamada sıklıkla karşımıza çıkan halefiyet ve elbette onunla iç içe geçen ama farklılık oluşturan rücu hakkını kısaca özetlemek istiyorum.
Halefiyet en genel şekliyle, bir kimsenin yerine bir başkasının geçmesi olarak tanımlanabilir. Türk Borçlar Kanununda halefiyetin özel bir tanımı yoktur. Kanunun çeşitli hükümlerinde yer verilen halleri vardır.
Türk Borçlar Kanunu’nun,
haksız fiil sorumluluğuna ilişkin 62.maddesi,
müteselsil sorumluluğa ilişkin 168.maddesi,
bölünemez borca ilişkin 85. maddesi,
kefalete ilişkin 596.maddesi,
borçtan şahsen sorumlu olmayan üçüncü kişilerce ifa edilmesine ilişkin 127. maddesinde halefiyet hükümleri düzenlenmiştir.
Ve elbette hayat akışında en çok duyduğumuz mal ve sorumluluk sigortalarına ilişkin Türk Ticaret Kanunu’nun 1472. Ve 1482. maddelerinde halefiyet düzenlemesi vardır.
Ayrıca Türk Medeni Kanunu’nun 884.maddesinde rehinli taşınmaz malikinin borcu ödemesi halinde alacağın, borcu ödeyen malike geçeceği düzenlenerek, halefiyete yer verilmiştir.
Halefiyet kavramı, borcun ödenmesine rağmen, borcun düşmediği, alacak hakkının tüm yan hakları, özel güvenceleriyle birlikte borcu ödeyen 3.kişiye geçtiği bir hukuki durum olarak açıklanabilir.
Rücu ise; genel olarak başkasına ait borcu ifa eden kişinin asıl borçluya dönüp bunu istemesi olarak tanımlanabilir. Diğer bir deyişle rücu hakkı, alacaklı karşısında, şahsen borçlu olsun ya da olmasın, 3. kişinin borcunu ifa etmesi halinde, asıl borçludan talep edebileceği alacak hakkıdır.
Dolayısıyla hukukta gördüğümüz bu iki kurum, başkasının borç yükünü üstlenen kişinin, asıl borçluya başvurmasını sağlayan, aynı amaca yönelik kavramlardır. Fakat bu iki kavram birbirinden farklıdır.
Halefiyet alacaklı ile borcu ödeyen arasında gerçekleşirken, rücu borcu ödeyen kişi ile asıl borçlu arasındadır.
Rücu, başkasına ait borcu yerine getiren kişinin malvarlığındaki kaybı gidermeye yönelik tazminat hakkıdır. Bu nedenle, yeni bir alacak hakkı doğar ve zamanaşımı yeniden işlemeye başlar.
Halefiyette ise, borcu ödeyen alacaklıya ait olan hakları devralmakta, yeni bir alacak oluşmamakta, zamanaşımı süresi başlamışsa kaldığı yerden devam etmektedir.
Rücu hakkının halefiyetle birlikte doğması halinde, rücu hakkı sahibinin aradaki hukuki ilişkiyi ispat etmesi gerekmez. Ancak kanuni halefiyet öngörülmediği hallerde, rücu hakkı sahibi, sözleşme, vekaletsiz iş görme veya sebepsiz zenginleşme hükümlerinden birine dayanmak zorundadır.
Hukukumuzda sözleşme ile kurulan halefiyet hakkı düzenlenmemiştir. Halefiyet kanunda düzenlenen durumlardan ibarettir. Halefiyete dayanan rücu hakkıyla birlikte, o alacakla ilgili davayı sürdürme yetkisi ve icra takibi hakkı da borcu ödeyen halefe geçer.
Alacağın kısmen ödenmesi halinde, alacaklının durumu kötüleşmemeli, önceki durumundan daha ağır hale gelmemelidir. Alacaklının kalan alacağı, halefin alacağından önce gelir.
Halefiyet ve rücu kavramını, birbirinden farklı ama aynı amaca yönelik olması nedeniyle en basit haliyle anlatmaya çalıştım. Rücunun halefiyete dayanması veya dayanmaması veyahut da kanunun farklı halefiyet hallerinden birinin bulunması halinde, oluşabilecek hukuki sonuçları ise şimdilik buraya sığdırmak mümkün değil.
Faydalı olmasını dilerim.
Av.Aslıhan GÜRBÜZ SEVİM
Ekim 2024
Yararlanılan Kaynaklar
Av.İbrahim Murat HAZNEDAR, Türk Borçlar Hukukunda Halefiyet (Prof.Dr.Seza Reisoğlu'na Armağan, 2016)
Comments